2 Kasım 2023 Perşembe

BİR BAŞKA KASIM






Geldi benim mevsimim.
Hazan'ım... 
Hazan'ın içinde parlayan ayım... 
Kasım'ım... 
***
Sen ey KASIM...
Adına yazılar yazdığım nadide ayım. 
Hayata başlangıcımın nişanesi olarak, 
Çocukluğumdaki karlı günlerin muştusu olarak, 
Sevdiklerimin doğuşuna tanık olarak, 
Nikahıma şahit kalarak... 
Sevincim oldun nice yıllar...  

Ve yine sen ey KASIM... 
Artık göremediğim karlarınla, 
Bambaşka ikliminle,
Baba yarısını ebedi aleme yolculukla...
Hüznüm de oldun en nihayet.

Ben mevsimlerden en çok Hazan'ı, aylardan Kasım'ı sevdim.

Bunca sevinç bir hüznü nasıl ağırlar artık bilmem. 

İçinde sevinçlerimi gölgede bırakacak, boğazımda düğümlenmiş bir hüzün yer alsa da. 

Senin bende yerin bir başka. 

         Yıllar evvel yazdığım bir not düşüyor hatr'ıma;

"Hazan'dan söyle bana... 
Ne de olsa, hüzünle mutluluk müşterektir bizim soframızda. Hazan'dan söyle "Hazan'ın Nazlı Kızı'na..." diye. 
Sevinçlerime ve dahi hüznüme ortak ettim seni ey KASIM. 

Yüzümde tebessüm, gözümde nemli bir bulut, içimde gözyaşıyla karşılamak varmış seni artık.
Bir başka Kasım var artık önümde.
Hüzünlü tebessümlerden müteşekkil...

 Bir kere daha sevinçlerimi ve dahi -yılı yeni dolacak- hüznümü anımsatmak için hoş geldin ömrüme.. 

Hoş geldin Hazan'ımın incisi.. 
Hoş geldin ey KASIM...  
 
Ben hüzünlü tebessümler yolcusu...  
Ben bir Kasım nazlısı...
Ben Hazan'ın Nazlı Kızı...


MERVE UYANIK YENER 

16 Kasım 2022 Çarşamba

KURUYAN YAPRAK MİSALİ



Ahh Kasım... Bir parça sevincin ardından yitirilen nefesle koca bir hüzün ülkesi oldun yüreğimde. 

Yakın zamanda, bir ezgi dolandı dilime:
"Ölüm gibi düşer aciz oluşum aklıma
Hazanların nazlı kızı sonbahar" diye. İlk kez dinlemediğim halde neden bu defa bu kadar takıldım bu sözlere bilemedim bir süre. Ölümün aciz düşürdüğü bu gün anladım ki bir hiss-i kablel vukuymuş, beni günler sonrasına hazırlamak isteyen. 

Geçmişten yana eksildikçe büyüyor hüznü kalbimin. Dünya hayatından giden her insan  götürüyor bir çok şeyi kendiyle beraber. Kalıyor belki geride; el emeği işleri, okuduğu son kitabı, giydiği son pijaması, çıkardığı son çorabı, varsa gözlüğü, telefonu, eşi, çoluğu, çocuğu... Ama yitiyor sıcaklığı, nefesi, gülümsemesi, candan kucaklaması, sarıp sarmalaması... Hatıralar ne kadar hafızalarda kalsa da silikleşiyor zamanla yitip gidenler. Ve biz geçmişten yana bir parça daha eksilmiş oluyoruz. 

Geçmiş ki geleceğimizin temel taşıdır. Bu yüzden eksildikçe sendeletiyor bizi. Eksilen her kişide yeni bir sorumluluk çöküyor belki de omuzlarımıza. Geçmiş biz oluyoruz belki artık zamanla. Geçmişte yanımızda olanlarsa bir başka alemde bekliyorlar bizleri, yeni bir başlangıç için. 

Bir vuslat anı var bunu muştuluyor Allah...
Bir vuslat anı var bununla dayanıyor tüm firaklara Peygamber (sav). 
Bir vuslat anı var bunu söylüyor tüm ehl-i kalb diller.
Bir vuslat anı var buna inanıyor mümin gönüller.
O vuslat ki olmasa nasıl dayanır insan ölümle gelen müfarakatın acısına!
Hüzünlenen kalplerle, yaşaran gözlerle, titreyen seslerle, duaya duran ellerle bu vuslatın tesellisine sığınıyoruz her ölümde. 

Hazandan öğrendik biz, baharda yeşersin diye kurumuş bir yaprağa yürekteki muamma umutları dahi yazmayı. Kuruyan bir yaprak misali ölüm şimdi avucumda. Anılar, konuşmalar, gülüşmeler, mazi gözlerimde bir film şeridi gibi geçmekte. Kalemim, gözyaşım bu sefer. Yeni bir baharda yeşersin diye beklediğim vuslat umudum ahirette.

Burası dünya…
Yitip gidenler...
Arda kalanlar...
Zarif’ce bir edayla "İçimiz hep bir hoşçakal ülkesi"…
Vesselam... 


MERVE UYANIK YENER 

15 Şubat 2022 Salı

OKALİPTUS VE ANNELER



Bir haftadır sadece aynı kolda aynı pozisyonda sükunete ermekte. Başka kişileri, başka pozisyonları hatta diğer kolunu bile reddederek bir kere daha annesinin sol kolundaki yerini alırken ne kadar da benziyor küçük bir koalaya. 

Kafasını omzuna yaslayınca tüm yorgunluklar bitmiş gibi. Kolunu boynuna dolayınca tüm sancılar dinmiş gibi. Eliyle annesinin yanağına dokununca tüm acılar geçmiş gibi. Uyumakta annesinin omzunda bir koala. Yumuşacık yatağından daha azizdir o omuz. Uyudu diyerek koyduğun yatakta açılıverir gözler, yükselir itirazlar. Anne, yavrusunun okaliptusudur adeta.

Okaliptus!

Acıkınca, susayınca, uykusu gelince, korkunca, kaçması gerekince bir koalanın tek ihtiyacı olan şeydir, okaliptus. 

Okaliptus! 

Dallarında koalalarıyla öyle güzeldir ki koalalarla bilinir ve tanınır en çok.

Yaprakları öyle efsunludur ki zehirler içinde nice lezzet gizlidir koalalar için. 

Öyle güçlü, dayanıklı, sağlam dalları vardır ki kendini tehlikelerden emin, huzurlu kollarına bırakır her bir koala. 

Öyle sevgi doludur ki koalalar uyanana kadar böyle kalabilirim der ve kalır da hiç kıpırdamadan.

Koalalar... Öyle sevimli uyuyorlar ki hiç bıkmadan izler bu güzellikleri okaliptus. 

Ve anneler!

Karnı acıkınca, uykusu gelince, gece korkunca... Bir çocuğun ilk emniyet durağıdır anne.

Daha doğar doğmaz, sadece yavruları için Rahman'ın bedenlerinde yarattığı sütle beslerler  evlatlarını.

Çocuğuyla güzeldir anne ve çocuğuyla anlamlıdır her şey. Hayallerini çocuğu süsler. Hep çocuğa göredir planları.  

Sevgileri öylesine samimidir ki uyanık olduğu her saat birlikte olsalar da uyuduklarında  yavrularını seyrederek dinlenir anneler. 

Çocuktan öncesini anımsamazlar pek fazla. "Sahi ne yapıyormuşuz, nasıl geçiyormuş zaman?" derler.

Çocuklar... Öyle masum varlıklar ki hiç bıkmadan şefkatle her ihtiyacına koşar anne. 

Evladını kucağında taşıyan her anne biraz okaliptustur. Peki ya annelerin kolları? Okaliptus kadar dayanıklı mıdır evladını uzun süre taşımaya? 

Sadece koalasını tutup beklemez anneler. Çünkü bizim koalalar hareket ister. Bir yandan koalalık yapıp başını omzuna dayamak ister. Bir yandan da etrafı keşiften eksik kalmamak ister. Gezmek ister. Hareket ister. Hiç durulmasın ister. Hatta mümkünse hiç oturulmasın. 

Dallarında başka koalalar yoktur belki ama sırada bekleyen enva-i çeşit duygular barındıran evlatları vardır annenin. Bir tavşan gibi sıçrayan... Bir serçe gibi uçan... Bir antilop gibi kaçan... Bir çita gibi koşan... Bir sincap gibi karıştıran... Ve hakeza sevgi, ilgi, oyun isteyen evlatları... 

Hem sonra yapması gereken işleri, vazifeleri vardır annenin. En azından yemek, çamaşır, bulaşık, temizlik... Olmazsa olmazıdır yaşamın. 

Tüm bunların peşinde koşturan da kucağında koalasını taşıyan aynı annedir. Ve her anne bir okaliptustan çok daha fazlasıdır aslında. 

Okaliptus kadar sağlam ve dayanıklı olmayabilir annelerin kolları ama küçük koalalarını her daim taşımaya gönüllüdür annelerin yürekleri.

Merve UYANIK YENER



30 Ocak 2022 Pazar

DUYGULAR


Kelimeler...
İki insan arasındaki en sihirli iletişim yolu.

Bir muhabbetin can özü... 
Bir tartışmanın son sözü...

Bir dostluğun bidayeti... 
Bir düşmanlığın nihayeti...

Bir sohbetin bel kemiği... 
Bir kavganın alevi... 

Bir selamın kalbi...
Bir kırgınlığın ifadesi... 

Ne çok şey anlatırız kelimelerle.... Ama bir o kadar da anlaşılmayız her demde.

Anlatırsın belki saatlerce... Neticede anlaşılmazsın tek kelime. Anlatmaya çalıştığın şey duygularındır zira.

Duygular ki; öyle her kalıba sığmaz, şekil almazlar kolayca. Ha deyince anlatılmaz, dur deyince durulmaz, çok ortaya deyince görünmez, saklan deyince gizlenmez. Zaten öyle her önüne gelene de anlatılmaz. Doğmak için bekleyen bebekler gibidir duygular. Anlatılmak için bekler. Bekledikçe de büyür insanın içinde. Büyüdükçe  daha bir sığmaz olur kelimelere. Taşar hece hece gözlerinden, sesinden ve ruhundan. Yine de işte bu diye konulmaz adı kelimelerden. 

Konuşmayı çok seven insanlar olarak...
Kim bilir, kaç gece nice kelimeler tükettik de ruhumuzdaki çırpınışları duyuramadık karşımızdakine...
Kim bilir, kaç kere kesilen ellerimize yara bantları sardık da kanayan gönlümüze bir teselli bulamadık işitilen kelimelerden yana...
Ve nihayet oturup yazmayı denedik. 
Kalem oldu, kelam oldu, binnetice bu yazı hasıl oldu da... Duygular buz dağının görünmeyen kısmı olarak suyun altında kaldı. 

Cahit Zarifoğlu'nun "Herkes buzdağının görünen kısmının şiirini yazar ya ben görünmeyen kısmının şiirini yazmaya çalışıyorum.” ibaresinin zorluğu da bize ayna oldu. 

Merve UYANIK YENER 

21 Ocak 2022 Cuma

BİR HAYALE İNANMAK



Yazmak... Benim için öylesine kolay bir şey değil. Ismarlama yazılar yazamam mesela. Her gün rutin yapılan bir iş gibi de yazamam.

Yazmak için kalem ile kalbin hemhal olması gerek. Yazmak için  duygularımı uyandıran ilhamı hissetmem gerek. Ve ben ilhamlarımın en kıymetlilerini çocuklardan aldım, sonra da yaşlılardan. 

Çocuktan aldığım ilhamla başlıyorum yeni bir yazıya.

***

İşlerimizi bitirip de dışarı çıkacağımızı söylediğimde sevinçle zıpladı yerinden. Bir taraftan koşuyor bir taraftan konuşuyor arada bir de odanın bir köşesinde duran trambolinde zıplamayı ihmal etmiyordu.

Bir süre sonra sandalyenin üstüne çıkıp pencereden dışarıyı izlemeye koyuldu. Gelip geçen insanlar, arabalar, şehri ikiye bölen tren yolu, yürüyüş yolu ya da çocuğun deyimiyle paspaslı yol, ağaçlar; çınar, zeytin, çam ve daha niceleri...  Neden sonra "Anne dışarı çıkınca ağaç kesecem ben!" dedi. Bu düşünce beni şaşırttı belki ama öylesine söylenmiş bir söz olarak düşündüm. Ama çocuk kalbi öyle düşünmemiş olsa gerek ki gidene kadar hangi ağaçları keseceğine, ne ile keseceğine, nerelere gitmek istediğine karar verdi. Anlattı. Anlattı. Anlattı.

Dışarı çıkacağımız sırada çantasını da aldı yanına. Okula gitmek için aldırıp da okulu bırakınca bir köşeye atılan çanta. İçine bir kalem, küçük bir defter ve bir de oyuncak çekicini koymuş. Çekiç balta olacakmış ve ağacı onunla kesecekmiş. Çocukluk diyorum ve gülümseyerek çıkıyoruz yola.

Temiz hava almak maksatlı parklara doğru kısa bir yürüyüş yapmak isteyen ben. Karşımda ise parka oyun için gitmediğini söyleyen gördüğü her ağaca ciddi ciddi elindeki oyuncakla kesebilecek dalı var mı diye bakan bir çocuk. Anlamıyorum belki hayalini ama adımlarımı yavaşlatıyorum sadece, ona uyum sağlamak için. Hayallerine gülümsüyorum ama "Elindeki oyuncak çekiçle de ağaç kesilir mi, bırak da kaydıraktan kay!" demiyorum. Sadece bir kere "Nasıl yapacaksın onunla?" diyorum. O da inandığı hayali anlatıyor yeniden onun balta işlevi göreceğinden emin. 

O ağaç olmaz bu ağaç olmaz derken bir parka giriyoruz. Daha öncesinde de sık sık ziyaret ettiğimiz parkta her gelişimizde bazı eksiklikler bulmaya alışmışız. Bir gün bir ağacı kesilmiş buluyoruz. Başka bir gün oturup bir şeyler yediğimiz masasını kaldırılmış görüyoruz. Bugünse... "Aaa bak, ağaç sanki rüku yapar gibi!" şaşırdığımız, tevekkül ettiğimiz ağacı bulamadık. Başka ne var ne yok biye bakınırken yeni kesilmiş ama henüz götürülmemiş yerde öylece duran bir ağaç görüyoruz. 



Çocuğumun saatlerdir hayalini kurduğu ağaç...

İşte tam karşımızda hâzır ve nâzır bekliyordu bizi.

Bir oyuncak çekicin küçük odun parçaları elde edebileceğini ben o an öğrendim. Kardeşinin bebek arabasının altı çekiciyle küçültmeye çabaladığı dal parçaları ile doldu. Salıncak, kaydırak bir köşede bekleye dursun. Anne ile kardeşi de beklerken o azimle topladı dalları. Havanın ayazı ellerimizi iyiden iyiye hissettirmemeye başlarken eve dönüş yoluna ikna oldu. Eve dönerken bir yandan da soruyorum "Bu odunlarla ne yapacaksın? Sobamız da yok ki yakalım!" ama çocuk ciddi ciddi yakmayı hayal ediyor. Bana olur dedirmeye çalışıyor "Soba yaparız... Şömine yaparız..." Aklına koyduğunu denersin çocuk, bilirim ama evde de odun yakma hayaline de razı olamam ya. Yine de eve kadar taşıyoruz odunları. Belki yapacak bir etkinlik buluruz diyorum kendi kendime. Olmadı eve girmeden bırakırız bir köşede diye son noktayı koyuyorum zihnimde.

O kadar istek ve arzu ile uğraştığından mıdır yoksa bir olayın önce hayal sonra gerçek oluşuna tanık olduğumdan mıdır bilinmez eve getirip bir poşete koyuyoruz odun dediği dal parçalarını.

Poşet elinde geziyor bir süre. Odunları yakma hayali içinde. Poşeti dahi bırakmaya ikna edemiyoruz. hiç değilse oynamak istiyor. Boyundan büyük laflar söyler ya hani çocuklar hep. Öyle yapıyor yine. "O kadar uğraşmışım, yardım eder misin dahi dememişim, bunları bırakmam!". Canım çocuk. Nasıl bir hayalin içindesin şaşıyoruz. Gerçekleri fark ettirmek için evde yakılamayacağını kardeşi varken de oynayamayacağını anlatıyoruz. Dinliyor mu bilmem ama neden sonra babasının teklifine ikna oluyor. Eminim şimdi hafta sonu babaannesinin bahçesinde odunları yakma hayali eşlik ediyordur düşlerine...

Ve şimdi sıra bende.. 

Hayatta herkes bir bekleyiş içerisinde. Kimi mutlu olmayı bekler. Kimi zengin olmayı bekler. Kimi istediği okulu kazanmayı bekler. Kimi başarılı bir iş kurmayı bekler. Evlenip yuva kurmayı bekler. 

Bekleriz, bir gün hayallerimizin gerçekleşmesini bekleriz. 

Bilinen bir hikayedir; Bir gün köylüler yağmur duasına çıkmaya karar vermişler de duaya, içlerinden sadece bir çocuk şemsiye ile gelmiştir. Sadece o çocuk dönüşte yağmur yağacağına ve ıslanacağına inanmıştır.

Hayallerimize çocuklar kadar inanmadığımızdan mıdır, bekleyişlerimiz uzun kavuşmalarımızsa az.

Çocukların hayallerinden olsun içimizde. Ama en çok da o hayalin gerçek olma ihtimaline, bir çocuk gibi inanmak olsun. Çünkü biz büyükler inanmadığımız bir hayal için bir çocuk kadar gayret göstermekten aciziz.

Hayalleriniz çocuksu...

Hayallerinize olan inancınız ondan daha çocuksu olsun.

İçinizdeki çocuğa selam olsun...


Merve UYANIK YENER

14 Eylül 2021 Salı

BİR KÜÇÜK OKUL MESELESİ


Zaman bir ân-ı seyyâle... 

Zaman akıp giden bir su... 

***

Ben en çok çocuklar(ım)da görüyorum zamanın ne denli hızlı olduğunu... 

Evladım... İlkim... Canımın içi... Doğduğun gün daha dün gibiyken bugün okul yolları gider oldun..

Nice heyecanlar biriktirdin şu bir kaç haftada... Yeni alınan kalemlere sevinip okuldan önce hepsini evde kullanışın.. Bir çantanın gelişini bir hafta bekleyişin.. Yaşından beklenmeyen bir eda ile götürülecek eşyaları hazırlayışın.. 

Ve nihayet okul gününün gelmesi... 

Ah o küçücük yüreğinde ne kıpırtılar vardır şimdi senin... Diline gelenlerden haberdarım gözlerine yansıyanlardan hissedarım... 

"Başka arkadaşlar olacağı için endişeliyim!" diyorsun ya bana. Tam da okula iyice yaklaşmışken.. Anlıyorum seni çocuk.. 

Kalabalık bir ortamı görüp de endişe ile ağlıyorsun ya sarılıp "Gitmek istemiyorum!" diye... Hissediyorum seni çocuk.. 

Sınıfın içine kadar girip de yavaş yavaş haber vererek uzaklaşıyorum senden. Yürümeye başladığın gün gibi... Evvela tutup elini yavaş yavaş kendi haline bırakıyorum... Ama elim hâlâ etrafında... Düşecek gibi olursan şayet tutabilmek için seni... İşte öylesi bir uzaklaşma... Bir göz yaşın olsa yanıbaşında olduğumu bilesin dercesine... 

***

4 buçuk yıl sabahtan akşama, akşamdan sabaha.. Her şeyi birlikte yazdığımız bir anne-oğul serüvenimiz vardı seninle.. Anlıyorum bu yüzden seni.. 

Sana söylemiyorum belki ama benim de endişelerim var sana dair, senden ayrı kalmaya dair...

Anneler de büyürmüş hani... 

Büyüdün ya sen can parçam... Büyüttün beni de kendinle beraber..

Senin endişelerini gidermek için kurduğum cümleler evvela benim endişelerime teselli oldu.. 

Senin o minicik kalbinse...

Yaşadıkça, korkularınla yüzleştikçe, her gün biraz daha büyüyecek... 

Ve ben Allah'ın bu mucizevi yaratışına her gün biraz daha hayran olarak seni izleyeceğim.. İnşallah...  

Bundan sonra 7/24 beraber vakit geçiremeyecek olsak da bize kalan vakitlerimizde yine yeniden yeni şeyler yapmaya devam edeceğiz biiznillah... Ben senden ayrı vakitlerde seni özlemeye devam edeceğim ve seni her gördüğümde daha çok hayret edip daha çok seni seveceğim... Çünkü ben anneyim.. Çünkü sen bana Rabbimin en büyük ihsanısın.. 

Bu satırlar;

Okulun ilk günü anısına...

Hatıra kalsın evladıma... 


Merve UYANIK YENER 

6 Mart 2021 Cumartesi

KOCA ÇINARIN ARDINDAN



Koca bir çınar görüyorum. 

Hürmet beklemek yerine hürmet göstermeyi şiar edinen...

Kendi yemeyip küçüğüne ikram eden... 

Komşular dışarda görürse ayıp olur diye evde yemek yemeyi tercih eden...

Herkes bir işle uğraşırken boş durmayı kendine yakıştıramayıp yerinde oturamayan... 

Koca bir çınar görüyorum... 

Sıla-i rahmimizin en kıymetlisi... 

Koca bir ailenin reisi... 

Pinos'ların en yaşlısı... 

Gölgesinde çocuklar ve torunlar... 

***

Mutlu bir günde çektiğim bu fotoğraf, meğer çekebileceğim son fotoğrafıymış dedemin.

Yanındayken, mutluluktan yazdığım bu satırların devamını da ardından göz yaşı dökerken getirmek varmış nasipte... 

Elhamdülillah ki ahirete inanıyoruz...

Asıl hayatın burada olmadığını biliyoruz... 

Vuslata ereceğimiz günü bekliyoruz sevdiklerimizle... 

***

Çocukluğumdan anılar uzanıyor hatrıma... 

Aynı şehirde olmamıza rağmen kalırdık zaman zaman dedemlerde.. Günün erken başlayışına tanık olurduk bu evde... Hem de okula yetişmesi gereken bir çocuk, işe koşması gereken bir yetişkin olmadığı halde. Sabah namazının vaktinin girmesiyle başlardı evde hayat... Ufak tefek tıkırtılarla, açılıp kapanan kapılarla, sessizce atılan adımlarla uyanırdık hemen çocuk kalbimizle... Camiden gelinceye kadar kahvaltıyı hazır ederdi anneannem. Erken kalkmanın, güne namazla başlamanın ne kadar lezzetli olduğunu hissederdik ruhlarımızın derinliklerinde.. 

*

Zaman zaman "Nasılsınız?" diye gelirdi kızının evine... Yangından mal kaçırırcasına hızlıydı her hal ve hareketi. Bir çay içimlik oturmaya ikna edemezdik çoğunlukla. Kızı dahi olsa yük olmak istemezdi kimseye. Bir bardak su içerdi onca yolun yorgunluğunu atmaya sonra yeniden yola koyulurdu... Kim bilir hangi gönlün hatrını sormaya...? 

*

Torunlarıyla güreşmeyi seven bir dedeydi. Üç torununu yakalardı eliyle, ayağıyla. Başlardı gıdıklamaya. Kurtulmak için ne kadar çabalasalar nafile... Çocukluğumun şen kahkahaları yankılanıyor kulaklarımda. Kim bilir belki de kurtulmayı istemiyordu onlar da... Kurtulan yeniden geliyordu yakalanmak için. 

*

Zaman elbette ki delip geçmişti bu ihtiyarı da... İnsan âciz bir varlıktı nihayetinde. Çocukluğumuzun o cevval dedesi, zamanın omuzlarına bindirdiği yükle çökmüştü son demlerinde. Ne kadar kısıtlansa da ölene dek yitirmediği en önemli özelliğiydi hızlı ve çevik olması. 

***

Koca bir çınarımız vardı...

Hizmet beklemek yerine yaşından beklenmeyen bir çeviklikle oğullarına, kızlarına, damatlarına, gelinlerine, torunlarına, misafirine, büyük küçük herkese hizmet için herkesten önce davranan...

Bir bardak su dahi olsa istemek talebinde olmayan... Hizmet ettirmektense hizmet etmeyi vazife bilen... 

Koca bir çınarımız vardı... 

Namaz vakti gelmeden abdestini alıp da camiinin yolunu tutan, ezanı camide bekleyen... 

Az ve öz konuşan... Kötü sözü ağzına almaktan haya eden... 

Koca bir çınarımız vardı... 

Sağ elin verdiğini sol eli bilmesin isteyen... 

Torunlarına herkesten gizli verdiği hediyelerle, harçlıklarına onları sevindiren... 

Çocuklar... Onun en sevdikleriydi. Çokça sevdiğinden midir bilinmez severdi çocuklar da onu... Küçük bebekler dahi kucağında ağlamazdı..

Koca bir çınarımız vardı... 

Ardında tatlı hatıralar bırakan... 

Koca bir çınarımız vardı... 

Ardında buruk gönüller, yaşlı gözler, dualı diller bırakan... 

Koca bir çınarımız vardı... 

Ardında gölgelenilecek bir ağacımız kalmayan... 

Koca bir çınardı o... 

Geçmişle olan son kuvvetli bağımızdı. 

Önceden terk-i diyar edenler ve hal-i hazırda bulunanlarla yaşam birlikteliği etmiş bir sülalenin en yaşlısıydı... 

Her ölüm bir şeyler alıp götürür insandan... 

Bir yaşlının ölümü de alıp götürür geçmişle bağımızı canlı tutan hatıraların menbaını.. 

Koca çınarın ardından... 

Geçmişten yana bir parça daha eksildik o gün.. 

***

Gurbetin en acı yanlarından biri de, sevdiklerinin son yolculuğunda olamamak yanlarında. Arda kalan eşyaların, yaşadığı mekanın içinde doyasıya dalamamak gözyaşlarıyla hatıralar seline... Sevdikleriyle onun hallerinden bahsederek yudumlayamamak hüznü son demine kadar... 

Gurbet ki;

Uzaktan yaşamaktı hatıraları, yalnız tatmaktı acıları, kelimelere yüklemekti duyguları...

Ondandır ki, hazanın hüznü derin oldu bu sefer. 

Satırlara nazar eden güzel yüreklerden dedesi için Bir Fatiha taleb eder...


Merve UYANIK YENER 


29 Haziran 2020 Pazartesi

NİMETİN KIYMETİ



Kaybettiğimiz nice nimetin değerini elimizden çıkıp gittikten sonra daha iyi anlıyoruz... Hele ki bir daha geri gelmeyeceğini de öğrenmişsek... "Ah..." lar ile anıyoruz yitirdiklerimizi... Kıymetini bilememenin hüznü içinde... Belki de isyanvari umutsuzluklara düşüyoruz farkında bile olmadan. 

Bazen de... Bakıyoruz, yitirmemişiz nimeti ama bir yitiren görmüşüz. Bizde var olan karşımızdakinde olmayan bir nimet... 
Görmeyen bir göz... 
Duymayan bir kulak... 
Konuşamayan bir dil... 
Yürüyemeyen bir bacak...
Yetim bir evlat... 
Evsiz bir aile... 
... 
Gördüğümüzde bir şeyler kıpırdanır içimizde, kalbin empati odalarında... Bir tefekkür sayfası açılır görmesini bilene... Eldeki nimete şükre sevkeder lisanı ve dahi kalbi... 
***
Çok geç olmadan...
Kıymetini bilmek için bakmak ve görmek gerek...
Ne buyurmuştu o kutlu Nebi (Sallallahu Aleyhi Vesellem) 
" Beş şey gelmeden evvel beş şeyin kıymetini bilin:
1. Ölüm gelmeden önce hayatın, 
2. Hastalık gelmeden önce sağlığın, 
3. Meşguliyet gelip çatmadan önce boş vaktin, 
4. İhtiyarlık gelmeden önce gençliğin, 
5. Fakirlik gelmeden önce zenginliğin." 
***
Kıymetini bilmek gerek her bir nimetin,
Yokluğuyla imtihan olmadan evvel... 

Havanın... Suyun... Toprağın...
Dağın... Taşın... Ağacın...
Güneşin... Bulutun... Rüzgarın... 
Yağmurun... Karın... 
Kuşun... Kedinin... Köpeğin..
Annenin... Babanın... Kardeşin...
Eşin... Evladın... Akrabanın...
Arkadaşın... Dostun... Kuzenin... 
Yürümenin... Koşmanın... Tırmanmanın... 
Okumanın... Yazmanın... Çalışmanın... 
Sağlığın... Huzurun... Mutluluğun...
Sevginin... Muhabbetin... Kelamın...
Sıla-i rahmin...
Hasbihalin...
...
...
Hasıl-ı kelam; aldığımız nefes başta olmak üzere her şeyin... 

Elimizden yitip gitmesini beklemeden... "Olmasaydı ne olurdu?" diye bir anlık yitirdiğimizi farz ederek, iliklerimize kadar hissedelim nimetin kıymetini...
Çocukça bir tutkuyla sarılalım, en sevilen oyuncak misali bize ihsan edilen her şeye... 

Merve UYANIK YENER 

12 Haziran 2020 Cuma

GÜL İLE EMPATİ




Söyle azizim...
Kurutmak için, illa defter arasında unutmak mı gerek gülleri?
Koparmak mı gerek dalından?
Ayırmak mı gerek tek tek yapraklarını?
Ona canlılık veren suyla, güneşle, toprakla...
 Tüm bağlarını koparmak mı gerek? 
Kopmadan hayatla bağı, dalında da kurur mu güller?..
***



Güneş ihtiyacından fazla nazar ettiyse... 
Rüzgar dağlar arasında fütursuzca estiyse...
Toprak köklerine ikram ettiyse zehirli bir iksiri...
Davetsiz bir misafir emmekteyse kanını...
Sevdiceği su, hasret bıraktıysa kendini..
...
... 
... 
Sebepler baş gösterdiyse bir bir... 
Dalında da kururmuş güller.
Öyle narin... Öyle hazin... 
Bir o kadar da vakur...
***
Kurumuş gülün lisanından dinle bu son satırları..
"Zorluklar dört bir yandan kuşatsa da etrafını..
Terk etmen mümkün değilse de içinde bulunduğun ânı, mekanı..
Umudun kalmasa da sevdiklerinden yana.. 
Engeller aşılamayacak kadar büyükse de önünde..  
Kaybedeceğini bilsen dahi sonunda.. 
Duruşundan taviz verme! 
... 
Doğru bildiğin hak yolda, 
Dur "elif" misali;
Eğilmeden...
Bükülmeden...
Kırılmadan... 
Kula minnet etmeden... 
İnancını yitirmeden... 
... 
Dimdik dur... 
***
"Her nefis ölümü tadacaktır" diyerek 
Ne de olsa yolun sonu aynıdır deme!
Zira Allah'a inanışın göstergesidir, ümit.. 
Ne diyordu ayette:
"Gevşeklik göstermeyin, üzüntüye kapılmayın. Eğer inanmışsanız, üstün gelecek olan sizsiniz."
***
Doğumdan ölüme giden bu yolda
Hayatımızda ümit her daim bâki ola...
“Nasıl yaşarsanız öyle ölür ve nasıl ölürseniz öyle dirilirsiniz.” 
Hadis-i Şerifi rehberimiz ola..


Merve UYANIK YENER


25 Mayıs 2020 Pazartesi

BAYRAM VE YALNIZLIK






Bir garip Ramazan…
Bir yetim Bayram...
      ***
          "Nerede o eski bayramlar!" klişelerine girmeyeceğiz elbette bu bayram.
El mahkum, kul âciz, tebdir elzem bu bayram...
Bir başka günler...
Bir başka koşullar...
Haliyle bir başka bayram da...     

       ***
Bayram, bizim bayramımız…
Eksik kalsa da sıla-i rahmimiz...
Buruk kalsa da kalblerimiz...
Yalnız kalsak da her birimiz…
Rabbi'min Ramazan sonrası ikramı
Bayram, bizim bayramımız...
        ***
Telefonlarla yapılan görüşmelerin en etkileyici noktasıydı bu yazının müsebbibi... 
Bu bayram gidemiyoruz madem ziyaretlerine… Büyüklerimizle bayramlaşmak niyetiyle sarıldık telefonlara... Nergis halaydı telefonun ucundaki… Daha konuşmanın başlarında ikindi ezanı okunmaya başladı... 
Sahi ezanı duyunca ne yapar(sın)ız? 
Muhtemelen konuşmaya devam eder(sin)iz... Belki en iyi ihtimalle içimizden bir "Aziz Allah" çekerek, kaldığımız yerden saatlerce sürecek bir konuşmada buluruz kendimizi. Sonrasındaysa namazı son dakikalarda eda etme telaşına düşeriz.
          Ama Nergis hala öyle miydi ya…!
***
Yıllar önce eşini ebedi aleme yolcu etmiş.
Kalan ömrünü kardeşlerini bir arada tutmaya adamış.
Yeğenlerini evlat, onların çocuklarını kendi torunu bilmiş.
Çiçekleriyle bahçesine renk, gününe uğraş katmaya çalışmış…
80 küsur yaşındaki bu, gün görmüş, yalnız ihtiyar…
Sadece karantina günlerine has değildi onun yalnızlığı. Sair zamanlara da hakim bir yalnızlıktı dünyadaki yoldaşı…
Kardeşleri ve yeğenleriydi yegane ziyaretçileri.
Sıla-i rahme kim, ne zaman, ne kadar niyet ederse…
O kadardı gördüğü, göreceği vuslat…
Komşulardan da kapısını çalan olmasa...
Derin bir sessizlikti mütebakisi... Komşunun ara ara havlayan köpeği ya da oynayan çocuk sesleri de dahil tüm bu sessizlik dolu yalnızlığa.
Öyle ya! Dışardan gelen sesler ne kadar alıp götürür ki, yalnızlığını insanın? 
***
Bu kadar sessizlik içinde kalan birinin...
Tam da konuşacak birilerini bulmuşken...
Minarelerden yükselen ilk “Allahu Ekber…” kelamının ardından söylediği tek cümleydi: "Ezan okunuyor.!" Bu öyle alelade bir haber verme değildi. "Ben namaz kılacağım telefonu kapatalım" demekteydi usulünce. Geç de olsa anlayıp namazdan sonra görüşmek üzere kapattık telefonu...
***
Eksilen tek şey telefondaki sesti bizim nazarımızda...  Onunsa kapatınca yitirdiği, var olan tüm sesti evin içindeki...
Ama yine de namaz kılmak için, namazı ilk vaktinde kılabilmek için hayret edilesi bir vazgeçişti onunki…
Sessizliği bölen bir ses bulmuşken… İçinde birikmiş kelimeleri paylaşacak bir fırsat bulmuşken…
Yalnızlığına dönmek pahasına da olsa kapatabilmek telefonu…
Sevdikleriyle hasbihalden "Hayye ale's-salah" çağrısına uymak için vazgeçebilmek...
Misafirsiz bir bayram gününde namazı vaktinde kılmak için konuşmayı dahi erteleyebilmek...
Bir hadis düşüyor hatrıma...
"Dindar ihtiyar kadınların dinine tâbi' olunuz." diye.
Dinde çok bilmek değildi marifet... Yaşayabilmekti asıl olan İslam'ı...
Beli bükülmüş ihtiyarlarımız...
Öğretiyor bize her an, öğrettiğinin farkında bile olmadan…
***
          Zorunlu inzivaya çekildiğimiz bu demlerde...
 Biraz hasbihal edelim yalnızlığımızla...
           Bu vesile ile...
   Yönelelim, tüm yalnızların Rabbine... 
           Bayramımız bayram ola... 
  Hakiki bayramlara vesile ola... 

Merve UYANIK YENER